Felsefenin doğuşunu anlamak için önce mitos dünyasına bakmak gerekir. Antik Yunan’da mitoloji, evreni ve insanı açıklamanın temel yoluydu.
Bu iki şair, mitolojik düşüncenin zirvesini temsil eder. Ama aynı zamanda onların metinleri, filozoflara sorulacak yeni sorular için bir başlangıç noktası oldu. Çünkü artık insanlar “tanrılar böyle istiyor” açıklamasının ötesinde, evrenin neden ve nasıl işlediğini merak etmeye başladı. İşte bu merak, felsefenin doğuşunu hazırladı.
Antik Çağ insanı evreni anlamak için önce mitlere başvurdu. Tanrılar gök gürültüsünü, yıldırımı ya da mevsimlerin değişimini açıklıyordu. Zeus kızdığında şimşek çakar, Demeter’in kederiyle kış gelirdi. Ancak zamanla bu açıklamalar yetersiz bulunmaya başlandı. İnsan aklı daha somut, daha düzenli ve gözleme dayalı bir bakış açısı aradı. İşte bu noktada mitos’tan logos’a, yani akılcı düşünceye geçiş yaşandı.
Bu geçişin ilk temsilcileri, Sokrates öncesi filozoflar ya da Presokratikler olarak anılır. Onların amacı, evrenin kökenini (arkhe) bulmaktı. “Her şeyin ilk unsuru nedir? Değişim nasıl gerçekleşiyor? İnsan gerçeği nasıl kavrayabilir?” gibi sorularla felsefenin kapısını araladılar.
Felsefenin başlangıç noktası olarak genellikle Milet kenti kabul edilir. Bu küçük İyonya şehrinde yetişen filozoflar, doğayı akıl yoluyla açıklamaya çalıştılar.
Milet Okulu’nun ortak özelliği, mitlere başvurmadan doğanın temelini aramalarıydı. Böylece “logos” geleneğinin kapısını açtılar.
Herakleitos (M.Ö. 535–475) evreni sürekli bir akış olarak gördü. “Aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız” sözüyle değişimin sürekliliğini vurguladı. Ona göre evrenin özü ateşti. Ama Herakleitos için ateş sadece fiziksel bir unsur değil, aynı zamanda değişimi temsil eden bir metafordu.
Herakleitos ayrıca “logos” kavramını ortaya attı: Evreni yöneten düzenli ve akılcı ilke. İnsan bu logosa uyum sağladığında hakikate yaklaşabilirdi.
Herakleitos’un “her şey değişir” görüşünün tam karşısında Elea Okulu vardı.
Elea Okulu, aklın duyulara üstünlüğünü vurgulayarak metafiziğe yön verdi
Pisagor (M.Ö. 570–495) felsefeyi dinî bir topluluk anlayışıyla birleştirdi. Ona göre evrenin özü sayıdır. Müzikteki ahenk, gökyüzündeki düzen, her şey matematiksel oranlarla açıklanabilirdi.
Pisagorcular “ruh göçü”ne inanıyor, yaşamı ahlaki arınma olarak görüyordu. Bu okul, matematiği ilk kez felsefeyle birleştirdi.
Milet Okulu ve Elea’nın tek ilke (monizm) anlayışına karşı çıkan filozoflar da vardı.
Bu filozoflar, evreni sadece tek bir ilkeye indirgemek yerine çeşitlilik içinde açıklamaya çalıştılar.
Leukippos ve Demokritos (M.Ö. 5. yüzyıl), evrendeki her şeyin atomlardan oluştuğunu savundular. Atomlar sonsuz, bölünemez ve ezelidir. Boşlukta hareket ederek birleşir ya da ayrılırlar.
Demokritos, insan algısını da atomlarla açıkladı: Nesneler “imge”ler yayar, bu imgeler duyularımıza ulaşır. Ona göre kesin bilgi zor olsa da akıl, atomların varlığını kavrayabilirdi. Modern bilimin atom kuramı, yüzyıllar sonra bu düşüncelere dayanarak gelişti.
Sokrates öncesi dönemin sonunda sahneye çıkan Sofistler, doğa yerine insanı merkeze aldılar.
Sofistler ayrıca retorik (hitabet) sanatında ustalaştılar. Onlara göre önemli olan hakikati bulmak değil, ikna edici olmaktı. Bu yönleriyle hem felsefede tartışma kültürünü geliştirdiler, hem de eleştirilerin hedefi oldular.
Sokrates öncesi filozoflar, evrenin kökenini su, hava, ateş, atom ya da akıl gibi farklı ilkelerle açıklamaya çalıştılar. Onların fikirleri bugün bilimsel açıdan ilkel görünebilir. Ama asıl önemleri şudur: Artık tanrısal mitlerle değil, insan aklıyla konuşuyorlardı.
Milet Okulu ile başlayan bu serüven, Herakleitos’un değişimi, Parmenides’in aklı, Pisagor’un sayı düzeni, Empedokles’in dört unsuru ve Demokritos’un atomlarıyla devam etti. Sonunda Sofistler, felsefenin odağını evrenden insana çevirdi.
İşte bu uzun yolculuk, Sokrates, Platon ve Aristoteles’le birlikte daha sistemli bir felsefeye evrilecekti.