500 TL ve üzeri siparişlerde ücretsiz kargo fırsatı
500 TL ve üzeri siparişlerde ücretsiz kargo fırsatı
500 TL ve üzeri siparişlerde ücretsiz kargo fırsatı


Mitoloji Serüveni; Anaerkil Dönemden, Ataerkil Döneme…

Mitoloji Serüveni; Anaerkil Dönemden, Ataerkil Döneme…

Apr 26, 2025

Antik Yunan'dan 20. Yüzyıla Mitin Kavramsal Serüveni

Antik Yunan’da “söylenen veya duyulan söz, efsane” anlamına gelen mytos, mit kelimesinin kökenidir. Mytos aynı zamanda tarihçi Heredot ve felsefeci Platon tarafından “uydurma ve tarih bakımından değeri olmayan söz” olarak tanımlanmıştır. Milattan önce 5. yüzyıldaki bu anlayış etkisini 20. yüzyıla kadar sürdürmüştür.

Jacob Grimm, 1835 yılında eski Alman edebiyatı ve tarihiyle ilgili olarak bulabildiği her türlü kaynağı olabildiğince teferruatlı bir şekilde bir araya getirerek ‘’Alman Mitolojisi’’ adlı çalışmayı yayınlar (Çobanoğlu 2015; 117). Bu çalışma, mitin kavram olarak değil kuram olarak tartışıldığı bilimsel zemini oluşturur.

Bu bağlamda, “uydurma” sıfatından kurtulan mit kavramı 1926 yılında Bronisław Malinowski’nin “Myth in Primitive Psychology” eserinde mitin doğasını ve işlevini açıklamasıyla Antik Yunan tanımı önemini yitirmiştir. Malinowski’ye göre mit tanımı ise şöyledir;

“Yaşanan yanıyla göz önüne alındığında mit, bilimsel bir merakı gidermeye yönelik bir açıklama değil ama bir ilk gerçeği yeniden yaşatan bir anlatıdır ve derin bir dinsel gereksinimi, tinsel özlemleri, toplumsal türden baskı ve buyrukları, hatta bir takım pratik istekleri karşılar. İlkel uygarlıklarda, mitin vazgeçilmez bir işlevi vardır: İnanışları dile getirir, belirgin kılar ve düzene koyar; ahlak ilkelerini savunur ve onları zorla kabul ettirir; rite ilişkin törenlerin etkinliğini güvence altına alır ve insanın uyması için yarar sağlayıcı kurallar sunar. Demek ki mit, insan uygarlığının temel bir öğesidir; boş bir olaylar dizisi değildir, tersine sürekli, başvurulacak olan yaşanan bir gerçekliktir; soyut bir kuram ya da imgeler göstergesi değil, ama ilkel dinin ve pratik bilginin gerçek bir düzenlemesidir (…)” (alıntılayan Eliade 1993; 24)


Bu tanımın yanı sıra Mircea Eliade’nin geniş kapsamlı ve dolayısıyla az kusurlu olarak gördüğü tanımı ise şöyledir;*

“(…) mit, Doğaüstü Varlıkların başarıları sayesinde, ister eksiksiz olarak bütün gerçeklik, yani Kozmos olsun, isterse onun yalnızca bir parçası (sözgelimi bir ada, bir bitki türü, bir insan davranışı, bir kurum) olsun, bir gerçekliğin nasıl yaşama geçtiğini anlatır. Demek ki mit, her zaman bir “yaratılış”ın öyküsüdür: Bir şeyin nasıl yaratıldığı, nasıl varolmaya başladığı anlatılır. Mit ancak gerçekten olup bitmiş, tam anlamıyla ortaya çıkmış olan şeyden söz eder (….)”


Doğayla Etkileşim Sürecinde İnanç Sistemlerinin ve Mitolojinin İnşası

Hayatın merkezinde üremek ve çoğalmak suretiyle yaşamın devamını sağlamak vardır. Bu devamlılığın temini ise toprak, dağ, orman, nehirler ve denizlerin vb. verimliliğine bağlı olarak insanların ve hayvanların doğurganlığıyla sağlanmaktadır. Ancak daha önce zihinlerde tezahür etmemiş ve doğanın yaşamsal döngüyü sekteye uğratacak bazı eylemleri insanları telaşa sürüklemiştir. İnsanlık ise, yaşadığı tabiattan yola çıkarak dünyalarını anlamlı kılma çabası içerisinde doğayı ve doğaya karşı verilecek mücadelelerini algılamaya çalışmışlardır. Bu algı, insan-tabiat mücadelesinde, insanların ihtiyaçlarını ve eksikliklerini gidermek adına tabiata eklediği inanç ve pratikleri meydana getirmiştir.

İnsanlık bu deneme-yanılma metodu ile büyük fedakarlıklar neticesinde elde ettiği tecrübeleri ve dolayısıyla inançları ve birtakım değerleri gelecek nesillere aktarmanın yollarını aramışlardır. Ahenkli tekrarların, kalıplaşmış ve ritmik ifadelerin hafızada kolayca kaldığını keşfetmiştir. Bunun sonucu olarak aktarmak istediği kültürünü ‘’yarınlara yönelik olarak muhafaza etme’’ tekniği olan Sözlü Edebiyatı (Halk Edebiyatı) icat etmişlerdir. Bu yöntem, saklama ve muhafaza için insanın hiçbir kayıt teknolojisine sahip olmadığı toplumsal yapı olan birinci sözlü kültür ortamında ezberlemenin en kolay şekli kabul edilmiştir.

Bu bağlamda, insanın tabiat ile olan mücadelesinde meydana getirdiği ve tabiata eklediği -inanç, pratik, tecrübe vs.- her şeye kültür ürünü; iletişim yoluyla kuşaktan kuşağa aktarmak için biriktirmesine ise kültür denilmektedir.

Dış dünyayı tanımak için sorulan soruların (Ben kimim? Nerden geliyorum?..) cevabı niteliğindeki mit, geniş anlamıyla yaratılış hikayelerinin anlatılarıdır. Bundan dolayıdır ki kültürün temelinde yer almaktadır.

Yaşamsal döngünün devam edebilmesi için kutsal olarak gördükleri tabiattaki her varlığı ve meydana gelen olayları kontrol eden iye ve ruhların olduğu bir dünya görüşü ve bu görüşe bağlı olarak bazı inanç ve pratikler olarak adlandırılan kültler ortaya koymuşlardır. Bunların temelinde yatan inançların işlevsel olarak yapılarının özelliği, kötü olarak nitelendirilenlerden korunma, iyi olarak nitelendirilen unsurlara yakınlaşma ve esirgenmeyi amaçlayan, inanç ve bağlılık göstermek esasına dayalı bir örnek üzerine kalıplaşmış ritüel veya rit karakterinde olmalarıdır. (alıntılayan Çobanoğlu 2001: 9)

Kısaca; doğanın sunduğu nimetlerden bolca istifade edebilmek için mukaddes yer-su’yun** sinirlenmesi ile cezalandırılma ve mahrum bırakılma sonucundaki zorluğu yaşamamak adına kültürel kodlarındaki bazı hazır simgeleri kullanarak bir kültler bütünü oluşturmuşlardır.


1. Anaerkil Dönem (Umay Dini)

Güney Sibirya ormanları ile Altay Dağları arasındaki üçgende ortaya çıkmış bu kültür, 15-20 kişilik klanlardan oluşuyor ve toplum yapısı ana soylu bir hüviyet gösteriyordu. Bu da demektir ki, dini ve siyasi lider olan kamlık müessesesi kadınların hakimiyetindeydi.

İnsan dünyası ve ruhlar alemi arasında aracı olan kişi şamandır. Şamanın en önemli görevi bir kültür aktarıcısı olarak yeni kuşaklara tanrı(lar) ve düzenini tanımlamaktır. Bu tanımlamaya bağlı olarak koruyucu ve zarar veren ruhların/tanrıların isteklerini tespit etmek ve hoşnutluğunu kazanmak üzere bir takım sunu ve ritüelleri topluma anlatan ve önderlik eden aracı da yine şamanın kendisidir. Bu bağlamda, aktarıcı ve aracının kadın olması yaratıcının da kadın olarak tasavvur edilmesini sağlamıştır.

Bitki toplayıcılığı ve onları yetiştirmenin keşfi kadınlara toplumda üstün bir statü vermiştir. Kadın soyun devamının bir teminatı olarak doğuran kişi olmanın yanı sıra yiyeceğin teminini üstlenen kutsal şahsiyettir. Ateşin keşfi ile birlikte anaerkil toplum düzenine sahip topluluklar mağaraları (başta ayılardan olmak üzere) temizlemişlerdir. Bu temizleme sonucunda yerleşik hayatın ilk temellerini atan toplulukların ruhani liderleri de doğal olarak kadınlar olmuştur. Dolayısıyla kamlık dininin temelleri atılmıştır (Çobanoğlu 2001: 37).  Mağaranın güvenliğini saylayan kadın aynı zamanda mukaddes bir kurum olan aile ocağının temellerini atmış, ocak ateşinin devamlılığını sağlamıştır. Bu yapı ise “Ata’nın yaktığı ateş ve annenin kurduğu ocak” düşüncesini meydana getirmiştir. Başka bir ifadeyle “Ateş” babanın, “Ocak” ise annenin himayesinde kabul edilmiştir.

Bu bağlamda, ocak ruhu her zaman kadın olarak betimlenmiştir. Yakutların ocak ruhunu beyaz saçlı bir kadın olarak benimsemesi, Altaylıların ise bu ruha ot (od) ene demesi bu durumu açıkça izah etmektedir.

Şaman ayinlerinde okunan manzum dualardan birinde ateş ruhu şöyle takdis edilir; ‘’Otuz dişli ateş anam (…) (İnan 2015; 68)


2. Ataerkil Dönem (Gök Tanrı Dini)

Erkeklerin, başlarında bir kadın olmaksızın yaptıkları sürek avları sırasında ilk kadın aleyhtarı hareketler oluşmuş ve dağ kültü meydana gelmiştir. Ayrıca avlanan hayvanların evcilleştirilmesi ile çobanlık müessesesi teşekkül etmiştir.

Toplum yapısının avcı-çobanlığa dönmesi ile bozkıra çıkışın önünü açmıştır. Hayvancılığın yaygınlaşması topluluk sayılarını artırmış ve boy birliklerinin yerini soy klânları almıştır. Umay Ana ve dolayısıyla anaerkil toplum düzeninin yerini ataerkil toplum düzeni ve sonucu olarak da Gök Tanrı anlayışının alması da bu döneme denk gelmektedir.***

Bu değişimin en önemli etkeni ise, anaerkilin güç kaynağı ateşin demiri ve benzeri madenleri işlemesi olarak görülmektedir. Demir ve demircinin olağanüstü güce sahip olması kadının elinde bulunan kamlık makamını erkekler tarafından (başlarda demirciler) da ulaşılabilir kılmıştır.

Kadınların ateşi kullanarak güvenli kıldığı mağaraların devamında oluşana mağara kültü aynı zamanda ana ocağı kavramını oluşturmuştur. Aynı etki ve sürecin erkekler nezdinde, demir merkezli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Erkeğin ateşi kullanarak demiri, bakırı vb. işlemesi, vahşi hayvanlara karşı bir başka atılım olmuştur. Kazanılan bu üstünlüğün mükafatı ise tıpkı ateş ve mağara kültünün bir sonucu olarak kadını ruhani lider ve üstün yaptığı gibi demir ve dağ kültünün sonucu olarak da erkeğe bu saygın kimlikler verilmiştir.

Bozkırda barışı sağlamak adına devlet kurma zaruriyeti doğmuş ve kurulan devletin lideri kim olacak sorusu meydana gelmiştir. Bu bağlamda, toplulukların ruhani ve siyasi liderleri kamların üstünde bir kutsal kağanlık makamı oluşmuştur. Bu makam aynı zamanda ikinci yaratılış miti mahiyetindeki Bozkurt türeyiş mitlerini meydana getirmiştir.****


Dipnotlar

  • * Mircea ELİADE, Mitlerin Özellikleri (Çev. Sema Rifat), İstanbul, Simavi Yayınları, 1993, s.17
  • ** Gök Türklerin “ıduk yer-sub” (mukaddes yer-su) ile ifade ettikleri mefhum hem koruyucu ruhlar hem vatan idi (İnan 2015: 48). Dolayısıyla dağ, su, oba, ağaç, orman, ata, ateş vb. birçok kült şamanist düşünce sisteminde mukaddes yer-su (ıduk yer-sub) olarak anılmıştır
  • *** Anaerkil dönemde toplayıcılığın ve bahçe tarımının bir yansıması olarak toprak nasıl Umay Ana ile soyutlaştırılmışsa, ataerkil dönemde de Dağ Kültü ve börküt’ün evcilleştirilmesi ile Gök’ün ön plana çıkması soyut Gök Tanrı’ya dönüşmüştür.
  • **** Birinci Yaratılış Miti; anaerkil döneme denk gelen ağaçtan yaratılmadır.

Kaynakça

  • Çobanoğlu, Özkul. (2001). “Türk Dünyası Edebiyat Tarihi.” Ankara, AKM Yayınları, C.1,   s.5-75
  • Çobanoğlu, Özkul. (2015). “Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş.” Ankara, Akçağ Yayınları.
  • Eliade, Mircea. (1993). “Mitlerin Özellikleri” Çeviren: Sema Rifat, İstanbul, Simavi Yayınları.
  • İnan, Abdulkadir. (2015). “Tarihte ve Bugün Şamanizm: Materyaller ve Araştırmalar.” Ankara, TTK Yayınları.
Paylaş: